Yaşam

Doğu Akdeniz’de deprem!

Ölü Deniz ve Kuzey Anadolu fay hatları, Anadolu ve Doğu Akdeniz bölgelerini özellikle kentleşme sürecinden itibaren büyük yıkıma, sosyal ve ekonomik darboğaza itmiş olmalı. Bu konuda çivi yazılı kayıtlar ve kutsal kitaplardan yeteri kadar bilgiye ulaşamasak da arkeolojik kanıtlar en sağlıklı referanslarımızdan birisi. Ancak depremin yapılara verdiği hasar çoğunlukla istila, yıkım gibi insan faktörleriyle de karıştırılabiliyor. Yine de arkeolojik kanıtlara dayanarak depremlerin Yakın Doğu mimarisini şekillendirdiğini ve yapısal karakterini belirlediğini söyleyebiliriz. Özellikle kamusal yapıların yer seçimleri, inşa teknikleri, toplumların deprem gerçeği ile yüzleştiklerini, toplumsal bellekte yer edindiğini gösteriyor.

KERPİÇ MİMARİDE DEPREMİN İZLERİNİ TESPİT ETMEK DAHA ZOR

Yakın Doğu, Doğu Akdeniz Dünyası’nda kerpicin yapı malzemesi olarak yoğun kullanımı yapılardaki deprem hasarını arttırmıştır. Yine kerpiç mimaride depremin izlerini tespit etmek nispeten daha zordur. İkincil kullanıma uygun olmadığı için depremde yıkılan kerpiç bina kalıntıları düzleştirilerek üzerine yeni binalar inşa edilmiştir. Bu yapı malzemesi, yerleşmelerin kurulduğu alanın giderek yükselmesi sonucunu doğurmuştur.

YAKIN DOĞU, SON DÖRT BİR YILDIR DEPREMİ BELGELEYEBİLDİĞİMİZ SAYILI BÖLGELERDEN BİRİ

Büyük depremler doğası gereği geniş alanlarda etkisini gösterir. 6 Şubat 2023’te Maraş merkezli deprem de Türkiye ve Suriye’de büyük yıkıma neden oldu ve Lübnan, Kıbrıs, Irak, İsrail, Ürdün, İran ve hatta Mısır’ın da dahil olduğu çok geniş bir alanda hissedildi. Bu nedenle, Eski Çağdaki büyük depremlerin de geniş alanda, kazılmış merkezlerde yarattığı yıkımı izleyebilmek gerekiyor. Bir yerleşmede büyük yıkım oluşturduğu iddia edilen bir depremin, çevre bölgelerindeki kazılmış yerleşmelerde de izlerini yakalamak depremin doğru tespiti ve etkisini anlamak açısından belirleyicidir. Diğer taraftan depremin etkisini görmek için yerleşmenin geniş alanda arkeolojik olarak incelenmesi gerekir. Zira, deprem her yapıda aynı şiddette yıkıma neden olmaz. Binanın yapısal özellikleri depreme karşı direncinde farklılık gösterebilir.

FAY HATLARINA UZAKLIK BİLİNDİĞİNDE ARKEOLOJİK VERİLER DOĞRU DEĞERLENDİRİLEBİLİR

Yakın Doğu, son dört bin yıldır depremi belgeleyebildiğimiz dünya üzerindeki sayılı bölgeden biridir. Şimdiye kadar bu bölgede çok sayıda deprem olduğunu hem bölgenin tektoniğinden hem de filolojik ve arkeolojik belgelerden biliyoruz. Deprem nasıl tespit edilir? Arkeolojik verilere bakarak deprem hasarını diğer sebeplerden ayırt etmek mümkün müdür? Filolojik belgeler ne kadar güvenilirdir? Depremlerin ne zaman ve nerede olduğuna dair net bilgi elde edilebilir mi? Peki, meydana geldiği tespit edilen depremin, sosyal ve ekonomik etkisi tespit edilebilir mi?

Yazının olmadığı zamanlarda meydana gelmiş veya kayda geçirilmemiş depremlerin tespitinde arkeolojiden başka kaynağımız yoktur. Tabii arkeolojik veriler açıklayıcı olsa da yeterli olmayabilir. Çünkü eski bir mimari unsurda görülen çatlak, yıkıntı gibi sorunlar, yapım sırasında oluşmuş olabileceği gibi zaman içerisinde pek çok nedenle de meydana gelmiş olabilir. Üstelik modern bilimin, karşılaştığı her yıkıntıyı depremle ilişkilendirmek gibi önemli bir sorunu da vardır. Bu kolaycı yaklaşım, ‘bir sorunun nedeni çözülemiyorsa hemen bunu bir felaket teorisine dönüştürmek’ temeli üzerinde şekillenir. Bu olumsuz söyleme karşın yine de arkeolojik veriler, doğru okunup, yeterli kanıtla desteklendiği takdirde en güvenilir kaynaktır. Bu verileri, çeşitli yer bilimleri ile destekleyip eleştirel olarak değerlendirmek modern bilimin son yıllarda geldiği bir noktadır; öyle de olmalıdır.

Arkeolojik yerleşmenin mevcut fay hatlarına uzaklığı, bu fayın üretebileceği maksimum deprem bilindiğinde, arkeolojik veriler doğru olarak değerlendirilebilir. Mesela fay hatlarına uzak veya yakınındaki fayın büyük depremler üretmediği bir yerleşmedeki bina yıkıntıları, duvar çatlakları depremle ilişkili olmayabilir veya tam tersi değerlendirilebilir. O yerleşmenin yapı stokunun yoğunluğu ve buna bağlı olarak nüfus göz önünde bulundurularak depremin ne kadar insanı etkilediği gibi çıkarımlar yapılabilir.

MEVCUT DEPREMLERİN TESPİT EDEBİLDİĞİ YERLEŞİMLER

Arkeolojik kazılar, MÖ 3’üncü ve 2’nci bin yıllarda Akdeniz havzasında depremler olduğunu belgeledi. Günümüzde dahi çok aktif olan Rift Vadisi üzerinde çok sayıda deprem oldu. Bunlardan bazılarının, Ugarit’te (Ras Shamra-Suriye) meydana geldiği bazı bilim insanları tarafından öne sürülüyor. C. Schaeffer arkeolojik ve filolojik kaynaklara dayandırdığı tezinde MÖ 1365 civarında Ugarit’te büyük bir deprem olduğunu ileri sürer. Ancak son yıllarda bölgede kazı yapan M. Yon, burada oluşmuş hasarın depremden değil bir istila sonucunda oluştuğu görüşündedir.

Yine Ugarit’te yapılan kazılarda, belirttiğimiz tarihlerden daha erken dönemde; İlk Tunç Çağı’ndan ikinci binyılın ortalarına uzanan katmanlarda deprem izleri tespit edildi. Bu depremi, Ugarit’in yanı sıra yakın çevredeki Megiddo, Tel Aççana, Hama gibi yerler ve Kuzey Mezopotamya şehirlerinde de izlemek mümkün.

DEPREMDE SON BULAN KÜLTÜRLERİN İZLERİ SAPTANDI

Doğu ve Güneydoğu Anadolu, Suriye ve Filistin’deki MÖ 1450-1350 arasındaki Tunç Çağı yerleşmelerinin katmanlarında depremle son bulan kültürlerin izleri saptandı. Diyarbakır, Salat Tepe’de MÖ 22’nci yüzyıldan 17’nci yüzyıla kadar her 100-150 yılda bir depremler meydana geldiği yapılan arkeolojik çalışmalarda tespit edildi. Ayrıca Yukarı Dicle Bölgesi’nde Hirbemerdon, Giricano ve Kenan Tepe’de, Antep’in Oylum, Taşlıgeçit ve Hamaç höyüklerinde, Amik Ovası’ndaki Cüdeyde Höyüğü’nde kimi tahrip olmuş alanlar depremle ilişkilendirildi.

ANTİOCHİA TARİH BOYUNCA ŞİDDETLİ DEPREMLER GÖRDÜ

Tarih boyunca şiddetli depremler görmüş diğer bir kent de antik Antiochia’dır (Antakya). Bazı antik kaynaklar bu bölgede MÖ 148 ve 65’te yüz yıl ara ile, bazıları ise MÖ 82-53-47-37 tarihlerinde 20-30 yıl ara ile depremler meydana geldiğini belirtir.

Son yüz yıldır gündeme oturan Tevrat arkeolojisi ile arkeologlar kutsal kitapta ve dönemin belgelerinde geçen deprem alanlarını inceledi. Özellikle MÖ 750’lere tarihlenen ve ‘Amos’un Depremi’ olarak literatüre geçen belgedeki depremin yerini bulmak için kapsamlı çalışmalar yürütüldü. Sonucunda Levant bölgesinde yirmiden fazla arkeolojik alan, bu depremle ilişkilendirildi. Bunlardan bazıları titiz çalışmalarla bilimsel temellere oturtuldu ancak çoğunluğu yetersiz kanıtlarla yetindi.

Sekizinci yüzyıl ortası depremiyle ilgili sismik hasar olduğu düşünülen alanlar (Harita: George A. Pierce, Kaliforniya Üniversitesi, Los Angeles).

Tevrat arkeolojisi kapsamında kazısı yapılan ve deprem izine rastlandığı iddia edilen bir diğer kent de Yeruşalim yerleşmesidir. MÖ 586 öncesi bir tahribat tabakasının kalıntıları ve daha çok MÖ 8’nci yüzyılın ortalarında meydana gelen bir depremin neden olduğu bölgesel bir yıkımın varlığı öne sürülür. Burada, bir yapıdaki odada üzerlerine düşmüş taşların bulunduğu bir dizi parçalanmış çanak çömlek ortaya çıkarıldı. Bir domuz iskeletinin dikey konumda ve bütün olarak bulunması bu döküntü taş ve parçalanmış çanak çömlekle birleştirilince, bu tahribatın bir deprem sonucunda oluştuğu fikrine varıldı.

ESKİ ÇAĞ’DA DEVLETLER, BÜYÜK FELAKETLERİN YAZIYA GEÇİRİLMESİNİ TERCİH ETMİYOR

Eski Çağ tarihine ilişkin, dönemin yazılı kaynakları üzerinden tarih yazımı ve kurgusu yapıldığında her zaman doğru sonuçlar elde edilemeyeceği arkeologlar tarafından sıklıkla dile getirilir. Özellikle çivi yazılı metinler devlet ideolojisinin ürünüdür ve bu yüzden propaganda unsuru ağır basar. Yazının yoğun olarak kullanıldığı Yakın Doğu coğrafyasında deprem aktivitesinin yoğun olmasına karşın çivi yazılı kaynaklarda depreme ilişkin çok az veri olması yazının kullanım alanı ile ilişkili görülür. Belli ki büyük felaketlerin yazıya geçirilmesi, kaydedilmesi devlet aygıtının tercihleri arasında değildir. Bunun aksine son yıllarda gelişen arkeolojik yaklaşımlar depreme ilişkin daha sağlıklı veriler elde etmemizi sağladı. Çünkü deprem esnasında çöken binalar, dönemin yaşam koşullarının belirlenmesinde arkeologlar için oldukça verimli alanlardır. Dolayısıyla büyük felaket, Eski Çağ insanının öyküsünü yazmada bu kez bir avantaja dönüştü. Yakın Doğu toplumları, büyük istilalar, salgın hastalıklar, kıtlıklar yanında depremin yarattığı çöküntü ile de uğraşmak zorunda kalmıştır. Ancak dönemin kırsal yaşamının aksine büyük kentlerin depremden daha fazla etkilendiğini söyleyebiliriz. Büyük depremler, olasılıkla zincirleme bir reaksiyon oluşturmuş; popülasyon, demografik yapı ve ekonomide de büyük değişimler yaratmıştır.

6 ŞUBAT DEPREMLERİ ESKİ ÇAĞ’DAKİ DEPREMLER HAKKINDA PROJEKSİYON SUNDU

6 Şubat 2023 Maraş Depremleri, Doğu Akdeniz’de Eski Çağ’da meydana gelen depremlerin etkisi hakkında en güncel projeksiyonu sundu. Deprem kırığı 400 km’lik bir hatta meydana geldi ve 350 bin kilometrekarelik bir alanı etkiledi. Türkiye ve Suriye’de 60 binden fazla insan hayatını kaybetti, 155 milyar dolara yakın maddi kayıp oluşturdu ve 850 binden fazla insan işini kaybetti. Türkiye topraklarında yaklaşık 14 milyon insanı etkileyen deprem tüm Türkiye ve Suriye’de sosyoekonomik anlamda büyük hasara ve değişime yol açtı. Deprem bölgesindeki popülasyon hızla düştü. Bölgedeki sanayi, tarım, hayvancılık faaliyetleri minimum düzeye indi; eğitim, kültür, sanat sektörü ise durma noktasına geldi.

Maraş ve Hatay’da büyük yıkıma neden olan Ölü Deniz fay hattı, Eski Çağ’da Doğu Akdeniz’in en önemli liman kentlerinin yanı başından geçiyordu. Bu alanlar kentleşmenin ve nüfus yoğunluğunun yüksek olduğu bölgelerdi. Popülasyonu günümüze göre daha düşük olmakla birlikte yapı stokunun kötü olması nedeniyle depremde toplam nüfusun daha büyük bir yüzdesinin yaşamını yitirdiğini, iş kaybına uğradığını ve sosyoekonomik yıkımın şiddetinin daha büyük olduğunu söyleyebiliriz.

*İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Eski Çağ Tarihi Anabilim Dalı, Doç. Dr.

catalca-ajans.com.tr

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu